SEÇİMLERİMİZ TESADÜF MÜ?

Herkes huzurlu bir ilişki peşindeyken nasıl oluyor da en sık duyduğumuz cümle “hep aynı tipler neden benim karşıma çıkıyor?’ cümlesi oluyor? Kadınlar kötü adamları mı çekici buluyor?

Aslına bakarsanız ilişkiler konusu kadın ya da erkek olarak pek genellenebilir bir mevzu değil. Ancak sosyal normlara göre kadınların duygularını dışa vurması erkeklere göre daha çok kabul gören bir durum olduğundan ilişkiler konusu daha çok kadınlar üzerinden konuşulur.

Partner seçimlerimiz tüm ilişkilerimizde olduğu gibi temel evrensel duygusal ihtiyaçlarımızın doyurulmasıyla şekillenir. Genel olarak sevilme, güvende olma, istikrar, kabul görme, takdir edilme, onaylanma, özerklik gibi ihtiyaçlarımız evrenseldir. Ancak bu duyguların ne anlama geldiği veya nasıl doyurulduğu doğduğumuz andan itibaren deneyim ve gözlemlerimizle şekillenir ve kişiye özgü bir hal alır. Yani öğrenilen bu durumlar partner seçiminde ve ilişkinin sürdürülmesinde kişiye özgü davranış ve beklentileri ortaya çıkarır.

Aynı durumlarda farklı kişilerin farklı duygular hissetmesi ve farklı davranması tam da buna örnektir. Bir kişi her gün aranmazsa partneri tarafından ilgi görmediği yorumunu yaparak üzülürken; bir başka kişi aranmama durumunu çalışırken rahatsız edilmeyerek kendisine özen gösterildiği ve güvenildiği yorumunu yaparak mutlu olabilir.

Buraya kadar sorun yok gibi ancak, çocukluk cağlarından itibaren bu temel duygusal ihtiyaçlarda eksik kalan yaralı yanlar olduğunda kişi bu konulardaki işaretlere karsı daha tetikte olabilir. Aynı zamanda bu durum kişiye tanıdık olduğundan, başlangıçta karşısındakini çekici bulmasına sebep olurken ilişki içinde yıkıcı bir sebebe dönüşebilir. Örneğin çocukluk çağlarından itibaren kendisinin diğer insanlardan eksik ve sevilmez algısı olan biri, bu yaralı yanlarını tetikleyen aşırı eleştirici, gerçekçi olmayan yüksek standartları olan birini çekici bulabilir. Başka bir örnek gerekirse, kimse için özel olmadığı ve ihtiyacı olan duygusal desteğin karşılanamayacağı algısını içeren ‘duygusal yoksunluk’ şeması olan bir kişi bu yaralı yanına oldukça tanıdık gelen, duygularını paylaşmak istemeyen, paylaştığında utandırılacağı ya da kontrolü kaybedeceği algısını içeren ‘duyguları bastırma’ şemasına sahip bir kişiyi çekici bulabilir. Bu yaralı yanların birbirini bulmasıyla başlayan ilişki aynı yaralar sebebiyle mutsuzluğu büyütür. Duygusal yoksunluk içindeki kişinin sürekli ilgi bekleyen tutumu güçlendikçe duyguları bastırma şemasına sahip kişinin duygularını dizginleme ihtiyacı artar ve sonuç olarak ilişkinin başlamasına sebep olan kimya, bitişine de vesile olur.

Bazen de mutsuzluğa rağmen bir türlü bitemez…

“O insanın benim için yanlış olduğunu biliyorum ama duygularımdan vazgeçemiyorum” durumu da battıkça daha da yatırdığınız yatırım gibi, derinlerde tetiklenmiş yarayı aşk zannederek tutkuyla o ilişkiye tutunmak da yine sanıldığının aksine sadece kadınlara özgü değildir. Yaralı yan ne kadar derindeyse kopmak da o kadar zorlayıcı olabilir. Bunun üstüne, başetme mekanizmalarındaki problemler de kişiyi sağlıksız ilişkiden kopmaktan alıkoyabilir. Böyle olduğunda mevcut durum acıtsa da tanıdık ve bildik bir durumken, değişim korkutucu ve başedilemez gelebilir.

Geriye dönüp baktığınızda hep farklı olacak diye başlayıp benzer kalp kırıklıkları ile karşılaşıyorsanız bu döngüye biraz daha yakından bakmak gerekebilir. Kalp kırıklıkları acı veren deneyimleriniz olmuş olabilir ancak asıl odaklanmanız gereken şey acı veren deneyimin kendisi değil bununla nasıl başedip üstesinden geldiğinizdir. Üzerine çalışıp gerekirse profesyonel yardım almak bu döngüyü kırmanızı sağlayacaktır.

 

 

Sevgiyle,

Uzman Psikolog Asiye Usta

CBT Psikoloji

www.cbtpsikoloji.com

KOGNİTİF (BİLİŞSEL) TERAPİ NEDİR?

Hiç düşündünüz mü neden aynı olaylara herkes aynı tepkileri vermez veya aynı olaylar karşısında aynı duyguları hissetmez?

Bir yol kenarında duran ve gelene geçene küfür eden birinin olduğunu varsayalım. O adamın yanından geçen kişilerden bazıları adamın durumunu komik bulur, bazıları saldırmasından endişelenerek korkar ve uzak durmaya çalışır, bazıları da adamın düştüğü duruma acıyarak onun adına üzülür. Belki bir başkası da edilen küfürlere sinirlenir ve öfke duyar. Peki aynı durum nasıl oluyor da herkeste farklı duygu ve tepkiye yol açıyor?

Bunun açıklaması yaşam boyu oluşturup biriktirdiğimiz düşüncelerimiz, varsayımlarımız ve inançlarımız. Öyle ki bu süreçlerin büyük çoğunluğu biz farkına varmadan işlediğinden biz sadece duygu veya tepkilerimizi fark ederiz. Ancak asıl bu duygu veya tepkilerin öncülü olan düşünce, varsayım veya inançlarımızı fark etmeyiz bile.

Örneğin bir mağazaya girdiğinizde satış elemanı hemen yanınıza geldiğinde ve yanınızdan ayrılmadığında “ne ilgili bir satıcı” diye düşünüyorsanız, kendinizi değer verildiğinizi düşünerek mutlu hissedebilirsiniz; ancak “beni hemen bir şeyler almaya zorluyor, sadece bakmama izin vermeyecek, beni sıkıştırıyor” diye düşünüyorsanız, kendinizi huzursuz hissedersiniz. Temel olarak, yaşanılan herhangi bir durumun algılanma şekli, olaya verilen fiziksel ve duygusal tepkileri belirlemektedir. Bu nedenle kognitif terapistler düşünce, varsayım ve inançlarımızın incelenmesi üzerinde dururlar.

Ruh sağlığına yönelik tedavilerde bazı problemlerin tek başına ilaç kullanımı ile kalıcı olarak çözülemediği bilinmektedir. Böyle durumlarda psikoterapi yöntemleri, ilaç tedavisine eş zamanlı veya tek başına uygulandığında daha hızlı ve kalıcı iyileşme sağlayabilmektedir.

Kognitif (bilişsel )terapi tüm dünyada birçok psikolojik bozukluğun tedavisinde kullanılmaktadır ve yapılan bilimsel araştırmalar sonucu etkinliği kanıtlanmıştır. 1960 yılında Dr. A.T. Beck tarafından geliştirilmiş ve günümüzde tüm dünyada en yaygın uygulanan psikoterapi yöntemidir.

Kognitif terapinin diğer ekollerden en önemli farkı danışanın da terapist kadar süreçte etkin olmasıdır.

Terapinin en önemli amaçlarından biri de süreç boyunca sorunları algılama biçiminizin belirleyici rol oynadığı baş etme becerilerinizi, sağlıklı olanlarıyla değiştirmeyi öğrenmenizdir. Terapi sürecinin sonuna gelindiğinde danışanın varması beklenen nokta “hayatta bundan sonra da sıkıntılı zamanların olabileceği ancak yeni karşılaşacağı sorunlarla da baş etmeyi bileceği, süreç boyunca öğrendiği teknikleri bundan sonraki yaşamında uygulayabileceği” noktasıdır. Yani herhangi bir ruh sağlığı problemiyle karşılaşan bir kişi ömür boyu terapiye bağımlı kalmaz.

Kognitif terapi bir nevi kılavuz görevi görür. Depresyon, kaygı,stres, travma, panik,ilişki problemleri, suçluluk, yetersizlik, başarısızlık, öfke, ve daha bir çok sorunda etkinliği bilimsel olarak kanıtlanmış teknikler kullanarak, varolan sorunlar çözüldükten sonra da yaşam boyu etkili olmaya devam eder.

CBT Psikoloji

Uzm. Psk. Asiye Usta

Academy of Cognitive Therapy, diplomate