Bu acı geçecek mi gerçekten?

“Anahtarımla girdiğim evim gibiydi onu sevmek. Sıcak yatağım gibi. Ne kadar zor bir gün geçirmiş olsam da sıcak yatağıma kıvrıldığımda hissettiğim rahatlama gibiydi ona sarılmak. Hiçbir sorunun çözülmese de için huzur dolar; oradaki rahatlamayı güveni hissetmek için koşa koşa gider oraya sığınır, ‘şükür evimdeyim’ dersin ya; ona sarılmak da öyle bir histi işte…

Ve sonunda gelişi ile doldurduğundan daha büyük bir boşluk bırakıp gitti hayatımdan…” dedi.

Hissettiği duygunun aşk olduğundan emindi. Bir daha böyle hissetmeyeceğine de yemin edebilirdi.

Henüz 19 yaşındaydı. Şimdiye kadar yaşadığı en yoğun duygu olarak tarif ediyordu. Hem yaşadığı mutlu anlar için, hem bitişinde çektiği acı için aynı derecede şiddetli bir duyguyu tarif ediyordu.

“Bu acı geçecek mi gerçekten?” diye sordu…

Bu tarif edilendeki duyguları çoğumuz yaşamıştır ve aynı derecede korkmuştur değil mi bu acının geçmemesinden veya yeniden sevememekten? Yaşam yolculuğu bize bunun tersini öğretir.

Acılar geçer ve yeniden sever insan.

Fakat bütün bu yolculuğun belirleyicisi ‘sevmek ve sevilmek nasıl olur, ne demektir, nasıl ifade edilir hakkında öğrendiklerimiz olacaktır. Bunlar gibi canımız acıdığında ne olacağı konusunda da yine öğrendiklerimiz devreye girer. Ayrılık acısı nasıl bir şeydir, geçer mi, nasıl atlatılır.. gibi.

Büyürken gözlemleriz, kendimiz deneyimleriz ve kurallara dönüştürürüz öğrendiklerimizi. İnsan seviyorsa şöyle davranır, böyle göstermeli sevgisini insan sevdiğine, böyle yapmıyorsa sevmiyor demektir… gibi kurallar oluştururuz bohçamızda. Bir de üstüne herkesin bohçasında aynı bilgilerin/kuralların var olduğunu varsayarız.

İşte bu varsayımlar, hayal kırıklıklarının başlıca sebebini oluşturur. Çünkü bu varsayımlara inançlar o kadar güçlüdür ki var olan iletişimi de sabote edebilir, yeni başlayabilecek bir ilişkiyi de başlamadan zehir edebilir, ya da gelecekte nasıl biriyle mutlu olacağımız hakkında seçimlerimizi de etkileyebilir.

Kadın erkek fark etmeksizin hepimizin farklı yaşlarda da olsa bir şekilde tattığı aşk, hem korkutucu hem vazgeçilmez bir duygudur sonunda.

Kendinizi ilişkiler konusunda sıkışmış hissediyorsanız bu noktada psikoterapi, içinden çıkılmaz zannettiğiniz döngüden çıkmanıza yardımcı olur. Size doğru soruları sorarak aslında atmak istediğiniz adımları buldurur ve kaçınmalarınızı sorgulatır. Sonunda kendi gücünüzü keşfederken hayatınızın dümenine yeniden geçmenizi sağlar. Böylece kendinize yolculuğunuz başlar.

Anahtarınızla girdiğiniz eviniz sizin kalbinizdir; siz birine o anlamı yüklediğiniz için onu yuva sayarsınız. Farkına varın..

“Artık özgürüm…” dedi – Obsesif Kompulsif Bozukluk

‘Sizinle konuşmamıza odaklanamıyorum, özür dilerim…’ dedi. Odaya gireli henüz 5 dakika olmamıştı.

Biraz mahçup ve rahatsız bir pozisyonda oturuyordu.
O’na dikkatini neyin dağıttığını sordum.
Her şey..’ diye ağlamaya başladı. ‘Hep böyle oluyor zaten, etrafla ilgilenmekten hayatın tadını çıkaramıyorum. Böyle yaşamak olmaz olsun! Şu pandemiden sonra iyice katlanılmaz oldu’ dedi.

Her sabah işe giderken yürüdüğü kaldırımı bile değiştirmediğini öyle ki, bir kez o kaldırımda çalışma olduğu için yürünemez olduğunda eve geri döndüğünü fakat bunu söylemeye utandığı için hasta numarası yaptığını anlattı. O’nu rahatsız hissettirecek her durumdan itinayla kaçınmıştı fakat pandemi O’nun bu kaçınmalarına izin vermeyerek onu iyice köşeye sıkıştırmıştı.
Kafasının içindeki ‘bu davranışları yapmazsa çok korkunç hissedeceği ve bununla baş edemeyeceği’ düşüncesine karşı koyamadığını söyledi. ‘Esir edilmiş gibi hissediyorum ve ne yapsam rahatlatamıyorum kafamın içindeki sesi. Öyle ki ölmeyi bile düşündüm.’ dedi.

Bu örnek vakada olduğu gibi birçok Obsesif Kompulsif Bozukluk hastası için yaşam hem kendileri hem birlikte yaşadıkları insanlar için yavaş yavaş köşeye kıstırılmış hissettikleri bir dünyaya dönüşür. İçinden çıkamadıkça da umutsuzluk yakalarına yapışır ve kaygının yanında bir de depresyon ile uğraşmalarına sebep olur. Düşünce içerikleri bu örnektekinden çok farklı olmakla birlikte en yaygın temizlik, simetri, ahlaki, dinsel veya cinsel obsesyonlar karşımıza çıkmaktadır. Bunları rahatlatmak için kişinin dışarıdan gözlediğimiz fiziksel ritüelleri haricinde zihinsel ritüelleri de olabiliyor – belli dualar etme, sayı sayma gibi.

Bu tip durumlarda rahatsız eden düşünceyi incelenmeli ve tehlikenin gerçek bir tehlike olup olmadığını tespit etmelidir. Örneğin, sabah yatağınızı toplamadan çıktığınızda iş yerinde kesin bir sorun yaşayacağınızı düşünüyorsanız, bu ‘iş yerinde sorun – yatak düzeni’ bağlantısını geçmişte ne olduğunu kontrol ederek test edin. Yatağınızı düzelttiğiniz hiç bir gün iş yerinde sorun yaşamamış olmanız gerekir bu hipoteze göre. Ya da düzeltmediğiniz fakat sorunsuz geçen bir gün olmamalı.
ikinci aşamada, incelenen ve inandırıcılığı zayıflayan düşüncenin sonuçları günlük hayatta deneyimlenip neler olduğu izlenmelidir.
Bunu tek başına yapmanın mümkün olmadığı durumlarda profesyonel yardım almaktan çekinmemelisiniz. Obsesif kompulsif bozukluk tamamen tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır.

Bu danışanım, 40’larının ortalarında orta düzey yöneticilik yapan sosyal hayatı bir kaç kişiyle sınırlı biriydi. Bilişsel davranışçı terapi teknikleri ile zaman içinde ‘esir oldum’ dediği düşüncelerine üstünlük sağlayan danışanın obsesyonları azalarak yok oldu. Düşüncelerinin kısıtladığı dünyadan kurtulan danışan hem kariyerinde korkmadan ilerledi hem sosyal yaşamı zenginleşti.

Bitirme seansımızda odadan çıkarken ‘Artık özgürüm.’ dedi.

Uzm. Psk. Asiye Usta

CORONA GÜNLERİNDEN GEÇERKEN KAYGI VE DEPRESYONLA BAŞ ETMEK

Küresel çapta bir salgınla karşı karşıyayız. Bunu reddetmek mümkün değil elbette ancak bu salgının yarattığı kaygı ve depresif duygu durumla baş etmek, hissedilen yoğunluğunu azaltmak mümkün. Durumu kontrol edemeyebilirsiniz ancak neye odaklandığınızı kontrol edebilirsiniz.

Unutmayın burada hedefimiz kaygının tamamen ortadan kaldırılması değil ancak doğru değerlendirilerek, işlevselliğimizi yitirmemize sebep olmasını engellemektir.

 

Öncelikle bu durumda endişeli olmanızın normal olduğunu kabul edin. Kaygının hayati bir fonksiyonu vardır. Tehlike durumunda reaksiyon göstermemize yol açarak hayatta kalmamızı sağlar. Bu noktada kritik olan tehlikenin gerçekte olduğundan daha büyük ve baş edilemez olarak algılanması durumunda işlevselliğini yitirmesidir.

 

Olasılıklara mı, ihtimallere mi odaklanıyoruz?

Yapmamız gereken ilk aşamada kaygının kaynağı olan düşüncemizi netleştirmektir. Beynimiz belirsizlik durumunda çoğunlukla ‘en kötü senaryoya’ odaklanır. Bu senaryonun ne olduğunu bulmak, bunun gerçekçi olup olmadığını değerlendirmemizi sağlayacaktır.

Örneğin; ‘ Hepimiz öleceğiz.’, ‘Herkes tehlikeli ve virüs saçıyor.’, ‘Dünyanın sonu geldi.’, ‘Bir daha asla iyi hissedemeyeceğim.’, ‘Ekonomik olarak asla düze çıkamam.’ gibi düşünceler bize asla baş edemeyeceğimiz bir durumda olduğumuzu düşündürür. Bu çaresizlik hissi, kaygı ve depresif duygu durumunu ağırlaştırır. Bu düşüncelinizi tespit ettikten sonra objektif olarak ‘Bu ne kadar gerçek?’ sorusunu sorarak yakından incelediğimizde ihtimaller olduğu ancak yüzde yüz gerçekleşecek anlamına gelmediği sonucuna ulaşırız.

Bu noktada sosyal medya ve internet üzerinden yayılan kirli bilgiden uzak durmaya özen göstermemiz gerekiyor. Gerçek bilgiye güvenilir kaynaklardan (Dünya Sağlık Örgütü açıklamaları gibi) ulaştığınızdan emin olun. Gerçeklesen ölüm sayısına odaklanan bilgi aktarımlarında, sağlığına kavuşan veya etkilenmeyen grubun oranına pek odaklanılmadığı görülüyor.

Tehlikeyi inkar edin ya da yok sayın, her şey yolunda demeye gelmiyor bu elbette ancak gerçekçi bakış açısı ile değerlendirin.

 

Nasıl baş ederim?

Olasılıkları gözden geçirdikten sonra baş etme becerilerimizi gözden geçirmemiz gerekiyor.

Kaygımızın kaynağı olan düşüncelerimizi gerçekçi olanlarla değiştirdikten sonra olasılıklar dahilindeki tehlike ile baş etme yöntemlerimiz üzerine odaklanmalıyız. Kendinizi olası bir bulaştan korumak için hijyen kurallarına uymanız ve sosyal mesafenizi korumanız önemli. Beslenme ve uyku düzeniniz gibi bağışıklık sisteminizi güçlendirecek noktalara dikkat edin. Önlem almak ile panik yapmak arasında fark vardır.

 

Ne yapamadığınıza değil neler yapabileceğinize odaklanın. Hayatımızın orta yerine bomba gibi düşmüş bu salgın meselesinin yanında hayatımıza devam etmemiz ve uyum sağlamamız daha da önemli. Günlük hayatınızı ve aktivitelerinizi durdurmayın. Yeni duruma uyumlayıp sürdürün. Bu güne kadar vakitsizlikten yakınarak yapamadıklarınıza mesela..

Sizi iyi hissettiren insanlarla irtibatta kalın. Sohbetlerinizin ana konusunu salgın dışındaki konulara ayırın. Keyif aldığınız ve odaklanma gerektiren aktivite ve uğraşlar yaratın.

 

Unutmayın dünya tarihindeki bütün felaketler gibi bu da sona erecek ve siz kendi geçmişinizde baş edemem deyip de bir şekilde baş etmenin yolunu bulduğunuz her şey gibi bunun sonuçlarıyla da baş edeceksiniz.

 

 

Sağlıkla ve sevgiyle kalın…

 

Uzm. Psk. Asiye Usta

CBT Psikoloji

 

www.cbtpsikoloji.com

 

Mevsimsel Depresyon

MELANKOLİK GÜNLER KAPIDAYSA

 

Yaz mevsimi yerini sarı sonbahara bırakırken, bizim Bodrum’da dediğimiz gibi sarı yaz yaşanmaya başlamışken hepimiz hafif melankolik duygularla dolmaya başladık değil mi? Fakat bazılarımız bu melankolik hisleri çok daha şiddetli yaşamakta maalesef. Bu durumda ‘Mevsimsel Depresyon’ dan bahsetmek gerekiyor.

‘Mevsimsel depresyon’ depresyonun bir formu olarak karşımıza çıkıyor ve ‘kış depresyonu’ olarak da biliniyor. Belirtileri daha çok güneş ışığının daha az olduğu sonbahar ve kış aylarında görülüyor. En zor ayların ocak ve şubat ayları olduğu belirtilmesine rağmen daha ender görülmekle birlikte yaz ayları girişinde de bu şikâyetleri yaşayanlar olduğu bilinmekte. Majör depresif bozukluk özelliklerinden ayırıcı özelliği de mevsimsel bir döngü içinde yaşanması olarak tanımlanmakta.

Tipik belirtileri aşırı yorgunluk ve uyuma isteği, aşırı yeme isteği (özellikle yüksek miktarda karbonhidrat tüketme ihtiyacı) yanı sıra, mutsuzluk, daha önce ilgi duyulan aktivitelere ilgi kaybı, konsantrasyon ve karar vermede güçlük, değersizlik hissi, ölüm düşünceleri olmakla birlikte hafif dereceden ağır düzeye kadar kişiden kişiye şiddeti farklılık gösterebiliyor.

Bu şikâyetlerden muzdaripseniz endişeye gerek yok; çünkü birçok tedavi yöntemi ile bu sıkıntılardan kurtulmak mümkün.

Tedavi için yöntem aramadan önce en önemli noktalardan biri bu belirtilere sebep olabilecek başka bir tıbbi sorunun olmadığından emin olmaktır.

Bilişsel Davranışçı psikoterapinin mevsimsel depresyon konusunda başarılı ve kalıcı çözümler sağladığı bilimsel olarak bilinmektedir.

Ayrıca bazı kişilerde güneş ışığına daha fazla maruz kalmanın da belirtileri azalttığı gözlemlenmektedir. Kendinizi bu konuda zorlamanız gerekse bile, dışarıda gün ışığında daha fazla vakit geçirmek, sağlıklı yemek ve uyku düzenine dikkat etmek ve keyif alacağınız insanlarla bir arada ve aktif olmak daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır.

 

Sevgiyle ve sağlıkla kalın

 

CBT Psikoloji / Bodrum

Uzm. Psikolog/ Psikoterapist Asiye Usta

Academy of Cognitive Therapy Lisanslı Terapisti – ACT Diplomate

Psikoterapi ne DEĞiLDiR?

Psikoterapi Nedir? Ne Değildir?

 

Psikoterapi, uzun yıllar süren, bilimsel olarak geçerliliği kanıtlanmış teknik eğitimleri almış bir uzman ile (psikiyatrist ya da psikolog)) yapılan konuşma tedavisidir.

Bilinmelidir ki: KİŞiSEL GELİŞİM EĞİTİM PROGRAMLARI TAMAMLAMIŞ KİŞİLER PSİKOTERAPİST DEĞİLDİR.

  • Psikoterapi; duygu ve düşüncelerinizi, kendiniz ve dış dünyayla ilgili inançlarınızı, kişisel yaşanmışlıklarınızı güvenli bir ortamda ve biçimde keşfetme yolculuğudur. Psikoterapide sihirli bir değnek yoktur, bir süreçtir.

 

  • Bu öz-keşif yolculuğunuzda; Psikoterapist, sizinle işbirliği içinde, kendi özelliklerinizi farkınıza varmanıza; yaşadığınız zorluklar ya da sıkıntılarla ilgili içgörü kazanmanıza; sizi bloke eden düşünce ve davranışlarınızı keşfetmenize,ve en nihayetinde bunların dönüştürülebilmesi için size uygun, sizin dünyanızda anlamlı yollar bulmanızda yardımcı olmayı hedefler. Bir nev-i kılavuz rehber görevi görür.

 

  • Psikoterapi tavsiyede bulunmak değildir. Bunun için bir arkadaş/aileye gidilebilir.   Psikoterapist, yargılamaz, eleştirmez ve öğüt vermez. His ve düşüncelerinizi gelişen güven ortamı içerisinde açık ve sansürsüz ifade etmenize alan açar. Ancak psikoterapi danışanın hayatı ve ilişkileri konusundaki şikayetlerine koşulsuz hak verip onaylamak da değildir. Hedeflenen, kişiye yaşadığı sorunlarda kendi payının ne olduğuyla ilgili içgörü sağlamak ve yüzleştirme yapabilmektir.

 

  • Terapi süreci sonuçlandığında; sizi sadece psikoterapiye getiren problemi çözmekle kalmayıp, geliştirelen içgörü, farkındalık ve yeni davranış becerileri ile kendi yaşam yolculuğunuza daha sağlıklı ve tatminkar bir şekilde devam edebileceksiniz. Hayat, sizin karşınıza ne tür engeller çıkarmaya devam ederse etsin…

 

SEÇİMLERİMİZ TESADÜF MÜ?

Herkes huzurlu bir ilişki peşindeyken nasıl oluyor da en sık duyduğumuz cümle “hep aynı tipler neden benim karşıma çıkıyor?’ cümlesi oluyor? Kadınlar kötü adamları mı çekici buluyor?

Aslına bakarsanız ilişkiler konusu kadın ya da erkek olarak pek genellenebilir bir mevzu değil. Ancak sosyal normlara göre kadınların duygularını dışa vurması erkeklere göre daha çok kabul gören bir durum olduğundan ilişkiler konusu daha çok kadınlar üzerinden konuşulur.

Partner seçimlerimiz tüm ilişkilerimizde olduğu gibi temel evrensel duygusal ihtiyaçlarımızın doyurulmasıyla şekillenir. Genel olarak sevilme, güvende olma, istikrar, kabul görme, takdir edilme, onaylanma, özerklik gibi ihtiyaçlarımız evrenseldir. Ancak bu duyguların ne anlama geldiği veya nasıl doyurulduğu doğduğumuz andan itibaren deneyim ve gözlemlerimizle şekillenir ve kişiye özgü bir hal alır. Yani öğrenilen bu durumlar partner seçiminde ve ilişkinin sürdürülmesinde kişiye özgü davranış ve beklentileri ortaya çıkarır.

Aynı durumlarda farklı kişilerin farklı duygular hissetmesi ve farklı davranması tam da buna örnektir. Bir kişi her gün aranmazsa partneri tarafından ilgi görmediği yorumunu yaparak üzülürken; bir başka kişi aranmama durumunu çalışırken rahatsız edilmeyerek kendisine özen gösterildiği ve güvenildiği yorumunu yaparak mutlu olabilir.

Buraya kadar sorun yok gibi ancak, çocukluk cağlarından itibaren bu temel duygusal ihtiyaçlarda eksik kalan yaralı yanlar olduğunda kişi bu konulardaki işaretlere karsı daha tetikte olabilir. Aynı zamanda bu durum kişiye tanıdık olduğundan, başlangıçta karşısındakini çekici bulmasına sebep olurken ilişki içinde yıkıcı bir sebebe dönüşebilir. Örneğin çocukluk çağlarından itibaren kendisinin diğer insanlardan eksik ve sevilmez algısı olan biri, bu yaralı yanlarını tetikleyen aşırı eleştirici, gerçekçi olmayan yüksek standartları olan birini çekici bulabilir. Başka bir örnek gerekirse, kimse için özel olmadığı ve ihtiyacı olan duygusal desteğin karşılanamayacağı algısını içeren ‘duygusal yoksunluk’ şeması olan bir kişi bu yaralı yanına oldukça tanıdık gelen, duygularını paylaşmak istemeyen, paylaştığında utandırılacağı ya da kontrolü kaybedeceği algısını içeren ‘duyguları bastırma’ şemasına sahip bir kişiyi çekici bulabilir. Bu yaralı yanların birbirini bulmasıyla başlayan ilişki aynı yaralar sebebiyle mutsuzluğu büyütür. Duygusal yoksunluk içindeki kişinin sürekli ilgi bekleyen tutumu güçlendikçe duyguları bastırma şemasına sahip kişinin duygularını dizginleme ihtiyacı artar ve sonuç olarak ilişkinin başlamasına sebep olan kimya, bitişine de vesile olur.

Bazen de mutsuzluğa rağmen bir türlü bitemez…

“O insanın benim için yanlış olduğunu biliyorum ama duygularımdan vazgeçemiyorum” durumu da battıkça daha da yatırdığınız yatırım gibi, derinlerde tetiklenmiş yarayı aşk zannederek tutkuyla o ilişkiye tutunmak da yine sanıldığının aksine sadece kadınlara özgü değildir. Yaralı yan ne kadar derindeyse kopmak da o kadar zorlayıcı olabilir. Bunun üstüne, başetme mekanizmalarındaki problemler de kişiyi sağlıksız ilişkiden kopmaktan alıkoyabilir. Böyle olduğunda mevcut durum acıtsa da tanıdık ve bildik bir durumken, değişim korkutucu ve başedilemez gelebilir.

Geriye dönüp baktığınızda hep farklı olacak diye başlayıp benzer kalp kırıklıkları ile karşılaşıyorsanız bu döngüye biraz daha yakından bakmak gerekebilir. Kalp kırıklıkları acı veren deneyimleriniz olmuş olabilir ancak asıl odaklanmanız gereken şey acı veren deneyimin kendisi değil bununla nasıl başedip üstesinden geldiğinizdir. Üzerine çalışıp gerekirse profesyonel yardım almak bu döngüyü kırmanızı sağlayacaktır.

 

 

Sevgiyle,

Uzman Psikolog Asiye Usta

CBT Psikoloji

www.cbtpsikoloji.com

Fobiler… “Allahım böcek mi o?!!!”

A: Allahım böcek mi o!

B: Aman yaa.. Su minicik şeyden mi korkuyorsun? Alemsin valla..

Bunun benzeri ne çok konuşmanın içinde olmuşuzdur. A veya B kişisi olarak…

Fobiler en basit tanımıyla belirli bir nesne veya durum karşısında yoğun korku duyma halidir. Kişi bu durumun anlamsız olduğunu bilse de kaçınma davranışı sergilemekten kendini alıkoyamaz. Doğrudan karşılaşmasa bile ,ihtimali olduğunu düşünmesi veya sadece hayalini kurması dahi kaygı belirtileri göstermesine sebep olabilir. Bu belirtiler çarpıntı, titreme, terleme, bas dönmesi, ateş basması, mide bulantısı seklinde görülebilir. Kişinin yaşamındaki iş veya özel alanlarında engellere ve kısıtlara sebep olur.

Örneğin uçak fobisi olan biri, uzak diyarları görme hayallerini bir kenara atmak zorunda kalabilir hatta belki yıllarca bunu görmezden gelerek yaşadıktan sonra çocukları okyanus aşırı bir ülkede eğitim görmek istediğinde yanlarında olamayacağını düşünerek aile içi kriz çıkarabilir. Ya da hayatında dönüm noktası olabilecek bir iş teklifini reddetmek durumunda kalabilir.

Oysa o’nun kabusu olan uçmak birçok kişinin keyif aldığı bir durumdur.

Nasıl oluyor da aynı durum bir kişi için ölümcül derecede korku kaynağı iken diğer kişi için keyif verici olabiliyor?

Korku aslında hayati derecede önemli ve gerekli bir duygudur.

Örneğin üzerinize doğru koşan bir kaplan olduğunda –ya da şehir hayatına uyarlayalım üzerinize doğru koşan elinde bıçak olan bir kişi- gerçek bir hayati tehlikeden söz ettiğimiz açıktır. Böyle bir durum fobi durumundan farklı olarak kimilerine başka, diğerlerine başka bir duygu hissettirmez. Korku bu durumda hayati önem taşır ve kişiyi önlem almak üzere yönlendirir; sonuç olarak savaş ya da kaç tepkisi otomatik olarak devreye girer.

Tanımından da anlaşıldığı üzere fobisi olan kişi korkusunun anlamsız olduğunu bilir ancak genelde üzerine gitmeye pek gönüllü olmaz. Tatsızdır çünkü. Çoğu zaman kaçınmayı seçer. Kaçındıkça da fobisini besler büyütür.

Asansör fobisi olan kişi mümkün olduğunca asansör gerektirmeyecek evlerde yasamayı seçer ama gün gelip de 18. Katta oturan kayınvalideyi ziyaret etmek gerektiğinde soğuk terler döker. Ya da oğlu başka bir şehirde tatildeyken aniden yanına gitmesi gereken bir durum oluşunca uçak fobisi olan kişiyi çarpıntılar ve terler içinde havaalanında bulabilirsiniz.

Fobiler çok çeşitli ve yaygın olarak karşımıza çıkar. Hayatı kısıtlayan benzer bir durumla karşı karşıyaysanız, bununla yaşamak zorunda olmadığınızı ve bunun Bilişsel Davranışçı Terapi teknikleriyle hızla çözülebildiğini bilin istedim.

 

Sevgiyle…

Uzm. Psikolog/Psikoterapist Asiye Usta

Academy of Cognitive Therapy diplomate

Duygularınızı değiştirmenin anahtarı düşünceleriniz…

Mevsim değişiklikleri, gezegen hareketleri off.. ne çok şey var içimizdeki sıkıntının sebeplerini bağlayabileceğimiz.

Döngü halinde yasadığımız, sıkıntı veren durumlar sonucunda ortaya çıkan duygularla –kaygı ya da depresif haller gibi- baş etme biçimlerimiz hayatımızı etkiliyor aslında.

Örneğin kendinizi mutsuz hissettiğinizde “oysa mutlu olmak için çok sebebim var; üstelik ben güçlü biriyim ve mutlu hissetmeliyim” diye düşündüğünüzde ne olur?

Maalesef olmuyor o öyle iste..

Olsa olsa bir anlık rahatlama, bir ‘çok şükür’, birkaç dakikalık ‘oh’; 5 dakika sonra hoop aynı depresif hal geri geliyor. Hadi bakalım gecenin 3’ünde “ben nasıl oldu da böyle bir yanlış yaptım”lar; “ben nasıl oldu da bunu öngöremedim”lerle bölünen uykular…

Neden mi? Duygularımıza müdahale edebilme şansımız aslında yok da ondan. Müdahale edebileceğimiz tek nokta bizi mutsuz eden durumu yorumlama şeklimiz. Yorumunuz nasıl hissedeceğinizi belirliyor.

Örneğin “ayrıldık: yalnızım; bunca yıllık emek sonunda başa döndüm; asla mutlu bir ilişkim olmayacak; zaten artık aynı şeyleri yine yaşayamam” diye bir yorumunuz varsa nasıl hissederdiniz? Peki bu yorum ne kadar gerçek? Aynı yorumu çok sevdiğiniz bir arkadaşınız kendisi için yaptığında “hadi oradan yine seveceksin yine mutlu olacaksın” derken yalan mı söylüyordunuz o arkadaşınıza o zaman?

Ya benzer bir ayrılık durumunda “Bazen izin vermelisin birinin gitmesine kendi yolunu bulabilmek için” yorumunu yapan kişi aynı mı hissedecektir diğer örnekteki ile?

Ayrılık herkes için acı vericidir ama hangi örnek hayatına daha hızla dönebilecektir sizce?

İlişkiler üzerinden bir örnek verdim ancak bu yorumlama meselesi her sıkıntılı hissettiğiniz durum için benzer şekilde işler. Değiştirmeye çalıştığınız duygularınız ise sıkıntının sürmesi ve tekrarlaması yüksek olasılıktır.

Yorumlarınız kilit nokta.. Şimdi bırakın yıldızları ya da mevsimleri suçlamayı da yorumlarınıza bir bakın bakalım…

Sevgiyle…

Uzm. Psikolog/Psikoterapist Asiye Usta

Academy of Cognitive Therapy diplomate

Ne seninle ne sensiz… ‘Bağımlı ilişkiler’

Yaşadığınız, duyduğunuz ya da şahit olduğunuz acı çeken ancak bir türlü kopamayan ilişkiler mutlaka vardır. Hatta içten içe neden sürdüğünü anlayamadığınız, ‘bunca üzülmeye değer mi?’ dediğiniz de oluyordur…

Bu durum aslında çok düz bir sistemle çalışıyor.
Şöyle açıklayayım; davranışı ve nedenlerini araştıran psikolojinin babaları öğrenmenin sistemini çözmeye çalışırken hayvanlar üzerinde birtakım çalışmalar yapmışlar. Hemen hepiniz orada burada bu deneylere rastlamışsınızdır. Farenin, düğmeye bastığında yemek düştüğünü fark ettikten sonra yemek almak için düğmeye basmaya devam etmesi, belirli bir davranış kalıbının fare tarafından öğrenildiğini gösterir. Aynı sistemle farenin bu davranıştan vazgeçmesi de basitçe düğmeye bastıkça yemek düşmediğini görmesi ile sağlanır. Bu noktaya kadar belirli bir davranışın kazanılmasında ortak nokta ‘tutarlılıktır’. İnsan davranışında da doğduğumuz andan itibaren tutarlı bir şekilde beklediğimiz sonucu alacağımız davranışları yineleriz.

İş buradan sonra ilginçleşiyor..
Fareye, düğmeye bastığında tamamen gelişigüzel bir şekilde bazen yemek verilip bazen yemek verilmediğinde, yani tutarlılık ortadan kalktığında fare çıldırmışçasına tuşa basmaya devam ediyor. Belirsizlik yanında yemeğin gelme ihtimaline dair umudun sürmesi davranışı sürdürmesine sebep oluyor.

İşte bu mekanizma kumar makinelerinde kullanılan sistemin aynısıdır.

Bakın şu tesadüfe ki bağımlı ilişkilerde de aynı sisteme rastlarız. Kişide ilişkiden beklentilerinin doyurulmadığı düşüncesi ortaya çıktığında ki bu durumda kişi tutarlı bir şekilde almak istediğini alamamaktadır, düğmeye basmasına rağmen yemek düşmemektedir ve vazgeçer. Ancak ilişkinin yolunda gitmediğine dair fikir oluşmaya başladığında beklenmedik bir şekilde bir anlık umut ışığı olacak bir davranış ya da durumla karşılaştığında, kişi davranışı sürdürme yoluna gider. Yani düğmeye basmayı sürdürür.

Hemen vaz mı geçmeli diyorum, tabi ki hayır. Ancak kişi ilişkilerinde sürekli olarak benzer bir döngüyü deneyimliyorsa biraz dışarı çıkıp bütün ilişkiye bakmalı, her vazgeçme noktasına geldiğinde onu o noktaya getiren nedenleri ve yeniden aynı döngüye sokan durumları objektif olarak bir teraziye koymalıdır.

Hislerinizin terazisine bırakın işi; canım yanıyor dediğiniz zamanlar mutluyum dediğiniz zamanlardan çoksa ve bu döngüde kalmaya devam ediyorsanız sıkıntı var demektir. Döngüyü kırmak gerekiyor.
Aksi taktirde aynı şeyleri yaşamaya devam ederek ve bir dahaki doyurulmayı umarak düğmeye basmaya devam etmek olur bu.
Öyle ki bir süre sonra bu sisteme alışıp, gerçekten ihtiyaçların karşılıklı olarak karşılandığı huzurlu bir ilişki ne demek unutur insan…
Aslında çok daha derinde değersizlik, sevilmezlik, yetersizlik gibi inançlar sebebiyle yalnız kalacağına ve başedemeyeceğine dair düşüncelerle beslenmekte olan bağımlı ilişkilerden kurtulmak için ilk adım olarak kendinizle ve ilişkinizle ilgili duygularınızı ve düşüncelerinizi keşfetmelisiniz. Çarpıtmalarınızı sağlıklı olanlarla değiştirip, başetme becerilerinize güveninizi güçlendirdikten sonra ilişkilerinizde de doyumunuz artacaktır.

Düğmeye basmayı bırakıp kendi yaşamınızın dümenine geçmeniz dileğiyle..

Uzm. Psikolog/Psikoterapist Asiye Usta

Academy of Cognitive Therapy diplomate

İlişkiler

Sevgi ne güzel şey. Sevmek ayrı sevilmek ayrı güzel. İkisi birlikteyse tadına doyulmaz. Ama nasıl anlarız sevdiğimizi ya da sevildiğimizi? Maalesef bunun herkese uyan bir tanımı yok ancak belki kendimize sorabileceğimiz bazı sorular olabilir..

İlişki (sadece sevgili ilişkisinden söz etmiyorum) ortayı bulabilme sanatı aslında. Topluluklar halinde yaşadığımız ve diğerleriyle paylaştığımız bu dünyada bir şekilde uyum sağlayabilmek için isteklerimizde ortayı bulmak zorundayız çoğu zaman. Sadece kendi isteklerimiz ve beklentilerimize yoğunlaşarak yaşadığımız bir yaşam bizi yalnızlaştıracaktır. Aynı durum diğer uç için de geçerli aslına bakarsanız. Sadece diğer insanların beklentilerine göre yaşamak da -her ne kadar bizim kültürümüzde “fedakarlık” pek makbul sayılsa da- kendini feda etmek de sizi mutsuz edecektir. Bu noktada sevgiyi sorgularken kendinize ve ilişkilerinizde ne kadar ortayı bulduğunuza bakmalısınız belki.
Aslında bu fazlaca basite indirgemek oldu ama önemli bir nokta olduğu kesin.

Sevmekten söz ederken ne kadar emek harcadığımız da belirleyici olabiliyor. Örneğin ‘çikolatayı çok seviyorum’ diyorsanız ona ulaşmak için bir emek harcıyorsunuz; sadece önünüze konduğunda yiyorsanız bunun için ‘çok seviyorum’ kelimesini pek kullanmazsınız. Bir bakıma emek verdiğimiz şeye değer verdiğimizi; değer verdiğimiz oranda da sevdiğimizi düşünüyor olabiliriz belki. Dolayısıyla bu durumu ilişkiler için değerlendirirken beklentileriniz de bu yönde olabiliyor. Bu noktada kritik sorun ‘emek harcamak ve değer vermek’ herkes tarafından aynı anlama gelmiyor. Bunun gibi soyut kavramları yaşamımız boyunca deneyim ve gözlemlerimizden öğrendiklerimizle oluşturuyoruz. Yani kimisi için eve dönerken ‘bir ihtiyacın var mı’ diye sorulması emek vermek olarak algılanabiliyorken; diğeri için değerli hediyeler bu anlama gelebiliyor. Ama sonuç ne olursa olsun kişi kendini karşısındaki tarafından değerli hissettiğinde sevildiği anlamını çıkarıyor.

O zaman yapılması gereken şey bu konulardaki beklentileri net olarak konuşabilmek. Ama şart koşarcasına değil yine ortayı bulabilmek için yapılacak bir konuşma.. Çok duyduğumuz ve iletişimi ne yazık ki bitiren söz “Ben böyleyim..”. Ne demiştik sadece bizim beklentilerimizin karşılanmasına yoğunlaşırsak yalnızlaşıyoruz. Bu ‘ben çikolatayı seviyorum ama ayağıma gelsin’ demek gibi bir şey oluyor.

Yalnızlaşmak bazıları için yaşamın kendisine uyum sağlamaktan daha kolaymış gibi gelebilir ancak gerçek şu ki psikoloji araştırmalarının atalarında da ortaya konduğu gibi, bir çoğunuzun aşina olduğu Maslow’un ihtiyaç hiyerarşisinde fizyolojik ihtiyaçlar olan ilk basamağının hemen ardından güvende olma, sevgi ve değer görme ihtiyaçları geliyor. Bugüne kadarki araştırmalar da bu hiyerarşiyi destekler nitelikte. Yani temel ihtiyaçlarımızdan biri sevmek ve sevilmek iken; ki bu müthiş güzel bir duygu iken tümüyle yalnız kalmaya çalışmak artık yerçekimi olmasın demek gibi bir durum. Böyle bir duygunun kaynağı ancak deneyimlerden kaynaklanan kaygıyla açıklanabilir ki bu durum da araba kullanırken kaza yapan kişinin bir daha asla araba kullanmak istememesine benzer bir şeydir. Kaygı o kadar yüksektir ki kişi bu kaygıyla baş edemeyeceğini düşündüğü için deneyimin kendisinden kaçınmayı seçer. Bu durum eğer asansör korkunuz varsa ve köyde yaşıyorsanız sorun olmayabilir ancak sürekli seyahat gerektiren bir işiniz varsa ve uçaktan korkuyorsanız hayatınızı kabusa çevirebilir. Sevmek ve insanlara yakınlaşma korkusu da hayatınızı anlamsız kılabilir.

Kalp kırıklıkları acı veren deneyimler olabilir ancak odaklanmanız gereken şey acı veren deneyimin kendisi değil, bununla nasıl başa çıkıp üstesinden geldiğinizdir. Ne yazık ki bu her zaman kolay olmaz. Üzerine çalışıp gerekirse profesyonel yardım almak yeniden arabanızın sürücü koltuğuna oturmanızı kolaylaştıracaktır. Tercih zannettiğiniz şeyin yüzleşmekten kaçındığınız korkularınızdan başka bir şey olmadığını ve özgürlük zannettiğiniz yaşamınızın korkularınıza tutsak olduğunu fark ederek işe başlayabilirsiniz.

Sevgiyle kalın..

Uzm. Psikolog/Psikoterapist Asiye Usta

Academy of Cognitive Therapy diplomate